30 Mayıs 2012 Çarşamba

EasyJet'in Hikayesini Biliyor Muydunuz?


Şirket 1995 yılında, Yunan asıllı Stelios Haji-Ioannu adlı genç bir girişimci tarafından İngiltere’de kurulmuştur. Böyle bir girişimi mümkün kılan yapısal degişim ise Avrupa Birliği’nin 1992 yılında havayolu taşımacılığına şoldugu libarasyondur. Bu yeni mevzuat sayesinde daha önce her ülkenin milli havayolu denilen ve havadaki yolları tekel şeklinde kapatmış olan havayollarına alternatif özel şirketlerin kurulmasına izin veriliyordu. 

Stelios Haji-Ioannu

Havayollarında benzeri libarasyon daha önceleri 1980’li yıllarda ABD’de yaşanmış ve orada da ilk ‘’ucuz fiyatlı’’ havayolu olarak Southwest Havayolları adlı şirket kurulmuştu. Bu şirket kurulduğu günden beri büyüyen ve karlı olabilen bir şirkettir. Aslında Stelios, Easy jet için bu yenilik fikirlerinin bir kısmını Southwest’e borçludur. Ama bunlar üzerine kendisi de öyle yeni fikirler geliştirmiştir ki bunların tümünü bir araya koyunca, bu yeni operasyon modeli kendisine ‘’ucuz havayolu’’ fikrini en uç boyuta taşıyan kişi ünvanını kazandırmıştır. 


Ucuz havayolu taşımacılığına sektörde verilen isim ‘’no frills’’ havayolu taşımacılığıdır. Frill İngilizce dilinde vola, fırfır vb.anlamlarına gelen bir kelimedir. Türkçe’ye fırfırsız olarak tercüme edilebilir. Sadece en temel olması gereken şey var ve bunun üzerinde hiçbir extra yoktur. ‘’No Frills’’ havayolu taşımacılığı biz de ve dünyanın her tarafında gelişen bir modeldir. Bu model bir dizi süreç yeniligine dayanarak çalışabiliyor. Bu yenilikleri ilk geliştiren de, Southwest havayolları sirketidir (Kırım, 2007d:16-17). 

Hiçbir yeni teşebbüs hemen kar elde etmeye başlayamaz. EasyJet’ de kiralık iki uçakla başladığı ilk faaliyet yılı olan 1996-1997’yi 3.3 milyon sterlin zararla kapatıyor. 1998 yılında uçak sayısı altıya çıkan ve beş ülkede 12 noktaya uçar hale gelen şirket bu seneyi 2.3 milyon sterlin karla kapatıyor. Şirket 2004 yılına geldiğinde 44 uçaklık bir filoya sahip oluyor ve aynı yıl bu kez üretici firma konusunda karar değiştirip 120 tane yeni Airbus A319 uçak siparişi veriyor. On yıl önce iki kiralık uçakla Londra-Glasgow hattında baslayan EasyJet serüveni, bu süre içinde inanılmaz bir büyüme ivmesi yakalayıp bugün tüm Avrupa’da İstanbul dahil 68 farklı havaalanında ve 258 ayrı hatta hizmet veren büyük ve karlı bir şirket haline dönüşüyor (Kırım, 2007d:20). 

Stelios ise başlamadan önce Southwest ile görüşüp fikir bile alıyor ve aşağıdaki benzer operasyonel uygulamaları EasyJet’te aynen uygulamaya koyuyor: 

Tek Tip Uçak (Boeing 737): İlk kez Southwest tarafından uygulamaya konulan bu fikrin birkaç yararı vardır. Birincisi aynı tip uçak aldıgınızda uçak yedek ve yenileme parçalarının stok maliyetleri çok ciddi anlamda düşüyor. Örnegin hem Airbus, hem MD ve hem de Boeing modellerinden değişik uçak tipleri için bir dolu malzeme stoklamak zorunda kalınmıyor. Öte yandan uçak pilotlarını tek tip uçak için eğitmenin maliyeti de oldukça düşük oluyor. Ayrıca bakım verimliliği de uzmanlaşma sayesinde inanılmaz artıyor ve hem maliyet hem de zaman kazandırıyor. Bir de tüm bunların sonucu olarak güvenligi otomatik olarak yükseliyor. Bu güne dek hiçbir Southwest uçagı düşmemiştir. 

Noktadan Noktaya Kısa Mesafeli Uçuslar: Büyük havayolları, örnegin THY, bu daha eski model uçus sistematiği yerine, havayolu sektöründe adına ‘’hub and spoke’’ sistemi denilen ve bu ismi bir araba tekerliğinin göbegi ile çubuklarının benzerliğinden alan sistematiğe göre uçmayı daha ekonomik bulurlar. Örnegin, tüm uzun uçuşlar önce İstanbul’a bağlanır, gidilecek olan daha kısa mesafeli daha kısa noktalara ise İstanbul’dan bağlantı verilir. Erzurum’dan İzmir’e gidecekseniz, THY bu iki nokta arasında yeterli sayıda müşteri bulamayacağına inandığı için iki noktaya direkt sefer düzenlemez. Bunun yerine Erzurum, Adana, Van vs. uçusları önce İstanbul’a bağlanır, ardından tüm bu noktalardan gelen yolcular tek bir İzmir uçağına doldurulup İzmir’e yollanırlar. Böylelikle de uçakların boş gitme problemi ortadan kısmen kaldırılır. Ancak bu sistemin ciddi operasyonel maliyetleri vardır ki EasyJet kısa noktalar arasında çok sayıda sefer düzenleyerek hem bir farklılaşma sağlamış, hem de ucuz fiyatları nedeniyle bu uçakları doldurabilmistir.

Uçak-İçi İkramı Kaldırmak: Ucuz havayolu taşımacılıgı büyük ölçüde otomobil ya da otobüs yolcularına bir alternatif olarak sunulmaktadır. Otobüslerde sıcak öğlen yemeği verilmediğine göre uçakta niye verilsin fikri bu kararın altında yatan ana fikirdir. Stelios bu uygulama sayesinde yolcu başına 14 sterlin tasarruf etmektedir. 

Yüksek Kapasite Kullanımı: Uçakların havada kalma süresini maksimize ederek “verim yönetimi’’ mantığıyla her uçak saati başına daha fazla gelir elde edilmektedir. 

Hızlı Dönüsüm Zamanı: Uçaktan yolcu indirme, uçağı temizleme ve yeni yolcuları uçağa alıp kalkış süresini 20 dakikaya indirmek başlı başına önemli bir süreç yeniliğidir ve bazı radikal kararları vermeyi de içermek zorundadır. Örnegin havayolu taşımacılığı sektöründe bagaj hizmetleri olmazsa olmaz kabul edilen bir özelliktir. Oysa gerek Southwest ve gerekse EasyJet, sektörün bu varsayımını sorgulayıp, kısa mesafelerde bagaj ihtiyacı olmaz düşüncesiyle bu hizmeti kısmen kaldırmışlardır. Bu da haliyle uçağın inme kalkma (turnaround) zamanlarını ciddi olarak kısaltmaktadır. Ayrıca EasyJet’in en son uygulaması, uçak-içi temziliğini de hosteslere yaptırmasıdır.

Bunlar ilk kez Southwest Havayollarının geliştirdigi ve uygulamaya koydugu yeniliklerdir. Stelios bunları EasyJet’de de bire bir uyguluyor. Ama ona fırfırsız taşımacılığın piri ünvanını sağlayacak olan şeyler, bunlara ek olarak aşağıdaki kendi geliştirdiği yenilikler oluyor (Kırım, 2007d:18-19)


-Seyahat acentalarını tamamen devre dışı bırakmak ve biletleri yalnızca kendi satmak ve böylelikle operasyon maliyetlerinde %25 tasarruf etmek.
-Hiçbir surette kağıt bilet vermemek, bunun yerine sadece bir bilet satış kod numarası vermek.
-İnternet üzerinden doğrudan satışları teşvik etmek ve bu suretle de maliyetlerde çok ciddi azalmalar sağlamak.
-Bilet satış elemanlarını baz maaş artı satış primi ile çalıştırarak maliyet tasarrufu yapmak (her bilet başına 0.80 sterlin prim alıyorlar ve 8 saatlik bir günde ortalama 80-90 bilet satıyorlar).
-En fazla oturma kapasitesine (149) kisi sahip Boeing 737-300 model uçakları kullanmak ve böylelikle ucuz havayolunun uçakları kötü olur imajını silip pazarda tam tersi bir imaj oluşturmak.
-İçkiyi ve çerez ikramını kaldırmak, bunun yerine bir büfe menüsü hazırlayıp, uçaktaki ikramı paralı hale getirmek.
-Uluslararası hava trafiğinin yoğun olduğu Heathrow veya Gatwick havaalanları yerine Luton havaalanını seçmek. Bu sayede de hem yer hizmetlerinden hem de havaalanı vergilerinden tasarruf etmek. Easy-Jet bu sayede yolcu başına 10 sterlin tasarruf edebiliyor. Zaten Londra-Paris biletinin sadece 29 sterlin’e satıldığını düşünürseniz, bu süreç yeniliğinin şirket maliyetlerini nasıl düsürdüğü ve rekabet gücünü nasıl arttırdığı çok rahat görülebilir (Kırım, 2007d:20).

Tabii ki hiçbir yenilik tek başına fazlaca bir anlam ifade etmez. Yenilik konusu ancak doğru ve akıllı bir pazarlama yaklaşımı ile birlikte arzu edilen sonuçları verir. EasyJet’de, Stelios’un şahsında pazarlama konusunda basına sürekli malzeme olacak kadar yenilikler içeren bir şirket olagelmistir.


Kaynak: Yeni Ürün Geliştirme Dersi Final Sınavım :)

İyi okumalar,
Çağla Akkoyun

29 Mayıs 2012 Salı

"Moda Marka" Nasıl Yaratılır?

"Modada Marka Olmak" en son satın aldığım , henüz okumayı tamamlayamadığım halde içeriğinin çok zevkli ve dolu olduğunu söyleyebileceğim bir kitap. Kitabın içeriğiyle ilgili kısa bir özet ve yazarı Mark Tungate ile yapılmış güzel röportajı yayınlıyorum.

Keyifli Okumalar,
Çağla

İspanyol Zara markasını bilmeyen yoktur… Küçük bir girişimden dünya markasına dönüşmesi nedeniyle çok sayıda kitaba konu oldu, yönetim danışmanları tarafından incelendi. İngiliz gazeteci Mark Tungate de “best seller” kitabı “Fashion Brands”de (Moda Markalar), Zara, Diesel ve Armani gibi dünya markalarının başarılarını inceliyor, onları zirveye taşıyan stratejileri analiz ediyor. Marka yaratmak isteyenlere önerilerde de bulunan Tungate, “Moda marka olmanın iki yolu var. Ya Diesel gibi ülke kimliğini tamamen geriye itin ya da Çin’in lüks markası Shanghai Tang gibi yerel değerleri ön plana çıkarıp globalleşin” diyor.


 Zara ve H&M, modayı “sokağa” indirip herkese ulaştırdı. Puma ve Nike, pratik spor giyim konseptinin ötesine geçerek, sporla ilgilenmeyenlerin bile gardrobuna girmeyi başardı. Diesel, Burberry ve diğerleri, kendi ürünlerini seçen insanları, hayatlarının değişeceğine inandırdı.

Bu gözlemler İngiliz gazeteci Mark Tungate’e ait. Pazarlama üzerine çok sayıda kitap ve makaleye imza atan Tungate, Avrupa moda endüstrisini de yakından takip eden bir isim. “Fashion Brands: Branding Style from Armani to Zara” (Moda Markalar: Armani’den Zara’ya Markalaşma Tarzı) adlı son kitabında, önde gelen “moda marka”ların öykülerini anlatıyor.

Tungate’e göre, “moda marka”ların başarısının özünde yenilikçilikleri ve yaratıcılıkları bulunuyor. “Zara, Diesel gibi markaların ortak noktası, kendini yenilemek isteyen tüketicileri hedef almaları. Bunlar, her sezon kendilerini yeniden keşfederek sürekli değişim izlenimi yaratmaları gerektiğini iyi biliyor” diyor. “Moda marka” yaratmak isteyen Türk hazırgiyimcilere neler önerdiğini sorduğumuzda, Tungate, “Açıkçası, ismi her zaman modayla birlikte anılacak belli kentler olduğunu düşünüyorum. Milano, Paris, New York, bir dereceye kadar da Londra... İstanbul ne yazık ki bu listede yok” diye söze başlıyor. Ancak ardından, birbirinden tamamen farklı iki yol öneriyor. Birincisi, bir İtalyan markası olan Diesel gibi, ülke kimliğini tamamen geriye itmek. İkincisi ise “ipek, gizem, egzotizm” gibi romantik kodları kullanan Çin’in lüks markası Shanghai Tang gibi yerel değerleri öne çıkararak globalleşmek.


 Mark Tungate, hazırgiyimde “moda markalar”ın öykü ve stratejilerine dair sorularımızı yanıtladı:

Hazır giyimdeki “moda markalar” arasında, son dönemde en çok hangisinin stratejisini beğeniyorsunuz?
Son zamanlarda dikkat çeken o kadar çok başarılı marka var ki, aralarından bir tanesini seçmek kolay değil. Moda sektöründe bence en çarpıcı gelişme, markaların yalnızca satılan bir kumaş parçası olmanın ötesine geçmeleri. Bu ürünleri giydiğimizde hayatımızın değişeceğine, daha iyi, daha çekici ve daha başarılı görüneceğimize bizi inandırmaları. Moda markalar arasında dikkatimi çekenlerden biri Diesel. Bu marka, biraz önce söylediklerimi ironik bir şekilde ve müşterisinin zekasına hakaret etmeden hayata geçiriyor. Reklamları, ürünleri ve mağazaları keyifli ve yaratıcı bir şekilde tasarlıyor. Ben tipik bir Diesel müşterisi değilim. Giyim tarzım fazla klasik kalıyor fakat markanın başarısını takdir ediyorum.

“Moda markalar”ın kullandığı ortak stratejiler var mı? Pazarlama, müşteri segmentasyonu, fiyatlama ve tasarım süreçlerinde başvurdukları ortak stratejiler neler?
Spor giyim markalarını bir kenara bırakırsak, klasik moda markaların ortak bazı noktaları var. Her sezon kendilerini yeniden keşfederek sürekli değişim izlenimi yaratmaları gerekiyor. Markalarının imajının farkında olan ve kendini “yenilemek” isteyen tüketicileri hedef alıyorlar. Fiyatlarını müşterilerin beklentilerine uygun bir seviyede tutmaları gerekiyor. Chanel ve Prada’nın ürün fiyatlarının yüksek olmasının nedeni, hedef müşterilerin beklentisinin bu yönde olması, lüks ürün satın almak istemeleri. H&M ürünlerinin fiyatı ise düşük. Bunun nedeni, müşterilerin gelecek sezon bir kenara atılacak ürünler talep etmesi. Buradaki anahtar, müşterinin ödediği para karşılığındaki beklentisi ile sizin sunduğunuz arasında doğru dengeyi kurabilmek. Bunu gerektiği gibi yapamazsanız, markanıza zarar verebilirsiniz. Tasarım alanında, moda markalar yaratıcılık sayesinde başarılı oluyor. Trend tahmincilerinden gelecekteki trendleri öğrenmeye çalışmalarının nedeni de bu.

Hazırgiyimde marka yaratmak diğer sektörlere göre daha mı zor?Ben öyle olduğunu düşünüyorum. Mağazada bir askıda duran giysi, onu neden satın almamız gerektiğini bize söyleyecek bir ambalaja ya da imgeye sahip değildir. Pazarlama kanalıyla ya da mağaza ortamıyla bu giysiye bir duygusal değer katılır. Bu nedenle, hazırgiyimde pazarlamanın son derece etkin olması gereklidir.

Son dönemde global marka yaratmanın maliyeti ne kadar? Mütevazı bütçelerle yola çıkan ve başarılı olan örnekler var mı? Bunlar nasıl bir yol izledi?ABD’deki Vogue dergisinde bir sayfa reklamın 100 bin dolar olduğunu göz önünde tutarsanız, global bir moda marka yaratmanın maliyeti hakkında bir fikir edinebilirsiniz. İngiliz moda tasarımcısı Matthew Williamson, moda basınını cezbederek, etkili model ve aktrislere ücretsiz giysi vererek markasını tanıtmayı başardı. Ancak o bile, büyük bir reklam bütçesi olmadığında genç bir markayı olgun hale getirmenin çok zor olduğunu söylüyor. Belli bir aşamada, paranın gerçek kaynağı olan gözlük ve parfüm gibi aksesuarlara da girmeniz gerekiyor. Diesel’den Renzo Rosso da markasını tanıtmak için müthiş bir strateji izledi. Kitabımdaki en ilginç bölümlerinden birini bu konuya ayırdım.

Eskiden moda markalar, genellikle daha elit ve yüksek gelirli bir müşteri segmentini hedeflerdi. Zara gibi markalar tamamen farklı bir stratejiyle öne çıktı. Bu değişimin nedeni ne?
Zara, moda dergilerini takip eden çok sayıda insan olduğu halde, çok azının orada sergilenen giysileri satın alabildiğini anladı. Doğru bir şekilde, ünlü tasarımcıların elinden çıkmış giysilerin düşük fiyatlı versiyonlarını sunduğunda çok sayıda müşteri çekeceğini öngördü. H&M de benzer bir strateji izledi. Bu trend, aşağı yukarı son 5 yıldır gündemde. Yeni olan yön ise tüketicilerin davranış biçimlerinde. Artık ilginç bileşimlere gidiyorlar. Prada marka bir ceketle H&M markalı bir tişörtü birlikte giyiyorlar. Tasarruf ettikleri parayla H&M’den daha uzun süre giyilebilecek, daha pahalı temel ürünler alıyorlar. Böylelikle moda demokratikleşiyor.

Son dönemde “moda markalar ligi”nden düşen örnekler hangileri? Bunlar neden başarısız oldu?
Moda, doğası gereği riskli bir iş çünkü sürekli değişime dayanıyor. “Çok moda” olmak, lunaparklardaki eğlence treninde en tepede olmaya benziyor. Korkunç bir inişin öncesinde muazzam bir eğlence yaşıyorsunuz. Moda markaların çoğu döngüler yaşar. Bir süre iyi iş yaparlar, sonra kısa bir duraklama anı yaşanır, bunun arkasından marka yeniden dirilir. İnsanlar, Karl Lagerfeld gelmeden önce Chanel’in neredeyse ölü durumda olduğunu hatırlamıyor. Aynı şey Dior ve John Galliano ilişkisi için söylenebilir. Tom Ford yeniden hayat vermeden önce Gucci bir duraklama dönemindeydi. Ford, ayrıldığı için marka imajında yine sıkıntılar yaşıyor. Versace, yıllardır yaşam-destek sistemine bağlı olarak yaşıyor ve eski parlak günlerine henüz kavuşamadı. Fakat dümene yeni bir tasarımcı oturtulursa, akılcı bir pazarlamayla toparlanabilir.

Moda markalar arasına girebilmek açısından marka ismi ne kadar önemli? Moda markaların isimleri nasıl seçiliyor?Moda markalara genellikle tasarımcının ismi veriliyor. Bu tasarımcının gözalıcı yaşam tarzı, markanın kimliği ve “evreni” açısından bir ayna görevi üstleniyor. Böylelikle müşteriler, bir moda tasarımcısı ile kendini özdeşleştirebiliyor. Bugün bile Chanel, pazarlamasını büyük ölçüde Gabrielle “Coco” Chanel efsanesine dayandırıyor. Bu konudaki istisnalardan biri Polo. Ralph Lauren’in bu ismi seçmesinin nedeni, ata binmeyi çağrıştırması. Polo isminin, modellerinde vurgulamak istediği aristokrat yaşam tarzını yansıtacağını düşünmüştü. Renzo Rosso ise dünya çapında aynı şekilde telaffuz edilen Diesel ismini seçti, çünkü bu İtalyan markasına uluslararası bir imaj kazandırmak istiyordu.

Yerel marka yaratmak isteyen şirketlere neler önerirsiniz?Bu konuda iyi bir örnek, hızla 21’inci yüzyılın GAP’i haline gelen American Apparel adlı şirket. Pazarlama kampanyalarında, bütün ürünlerinin, sağlıklı çalışma koşullarında, Los Angeles’ın taşra kesiminde üretildiğiyle övünüyor. İmalat da dahil olmak üzere, her şeyin tek çatı altında yürütülmesinin, moda giysiler yaratma işini hızlandırdığına inanıyor. Bu şekilde elde ettiği gelirin, Çin’de sağlıksız ve ağır koşullarda yapılan üretimle aynı olduğuna inanıyor. “Tedarik zinciri” yöntemi, tasarruf için harika, ancak aynı zamanda stoğunuzun yarısının bir yerlerde bir gemide bulunması anlamına geliyor. Bu nedenle fazla envanterinizin bulunması ve çok sayıda temel ürün satmanız gerekiyor. American Apparel, tüketicilerin ruh haline uygun stiller yaratabiliyor çünkü tasarım ekibi gerektiğinde fabrikaya gidip, “şimdi moda kırmızı, kırmızı tişörtlere ihtiyacımız var” diyebiliyor.


 BEŞ “MODA MARKA”NIN ANA STRATEJİSİ
H&M
Dünyanın önde gelen tasarımcılarıyla işbirliğine giderek markanın profilini yükseltiyor ve imajını güçlendiriyor. Karl Lagerfeld ile birlikte yarattığı koleksiyon, müthiş bir başarıydı. Basında da büyük yankı buldu. Mağazalarda giysiler bir gün içinde tükendi. H&M’de yeni tasarım hareketini yaratacak kişi ise Stella McCartney.

ZARA İspanyol markanın uzmanlık alanı “hızlı moda”. Her mağazanın şirket merkezindeki lojistik bölümüne bilgisayar bağlantısı var. Böylelikle gerçek zamanlı olarak hangi ürünlerin satışının iyi gittiği takip ediliyor, siparişler ona göre veriliyor ya da tasarımlar değiştiriliyor. Fabrikaların çoğu merkezi yerlerde. Stoklarda güncelliği korumak için mağazalara hafta iki kez yeni ürünler sevk ediliyor.

DIESEL Gerçek bir “marka deneyimi”. Diesel, üründen reklama ve mağaza tasarımına kadar İtalya’daki merkezden çıkan her şeye özgürlük ve ironi gibi marka değerlerinin damga vurmasına özen gösteriyor. Şirketin kurucusu Renzo Rosso, reklamı bir ürün gibi değerlendirdiğini söylüyor. Bu nedenle, müşterinin kendisini hakarete uğramış gibi hissetmemesi için, reklamın da giysiler kadar yaratıcı olması gerektiğine inanıyor.

BURBERRY 1997’de GUS, Saks Fifth Avneue şirketinden Rose Marie Bravo’yu markaya yeni bir soluk getirmesi için transfer etti. Bravo, dağıtımı güçlendirdi, lisanslar için yeniden pazarlık yaptı, küçük mağazaları kapattı. Bu arada Roberto Menichetti tarafından yönetilen yeni bir tasarım ekibi kurdu. 2001’de Menichetti’nin yerini Christopher Bailey aldı. Basılı reklamlar kanalıyla, Kate Moss ve bir grup yeni yüz, markaya asi ve kentli bir imaj kazandırdı. Daha önemlisi, reklamların, yalnızca mağaza ve tasarımların sunduğunu vaat etmesine özen gösterildi. 

PUMA Markanın 1,3 milyar Euro değerinde olan satışları, rakiplerine göre hayli geride olsa da, Puma modayı kucaklayan birkaç spor markasından biri olması sayesinde başarıya ulaştı. CEO Jochen Zeits, “Bugün spor ayakkabı, moda aksesuarların vazgeçilmez bir parçası” diyor. Daha yüksek fiyatlar uygulayarak, belli bir modelden az sayıda üreterek (Örneğin Shudoh Tang sadece 888 çift üretildi) ve konsept mağazalarından global bir zincir oluşturarak, Puma kendini rakiplerinden ayırmayı başardı. Hem giysilerde hem de ayakkabıda Jil Sander, daha önce Gucci ve Prada için çalışan Neil Barrett ve Philippe Starck gibi tasarımcılarla işbirliğine gitti. Süpermodel Christy Turlington ile birlikte çalışarak Nuala adı verilen bir yoga giyim serisi çıkardı. Ürünlere odaklanmayan reklamlarda fotoğraf çekimlerini Juergen Teller yürütüyor.

TÜRK MARKALARINA ÖNERİLER* Hazırgiyimde hem uluslararası hem de yurtiçi rekabetin yoğun olması nedeniyle, Türkiye’de bu alanda faaliyet gösteren şirketler moda marka yaratmak için büyük uğraş veriyor. Onlara neler önerirsiniz? Bu konudaki başarı öykülerinden ne tür dersler çıkarılabilir?
 İSTANBUL “LİSTE”DE YOK Açıkçası, ismi her zaman modayla birlikte anılacak belli kentler olduğunu düşünüyorum. Milano, Paris, New York, bir dereceye kadar da Londra... İstanbul ne yazık ki bu listede yok. Dolayısıyla, Türk markalarının uluslararası pazarda rekabet etmesi kolay değil.
ÜLKE KİMLİĞİNİ GERİYE İTMEK Buna yaklaşmanın birbirine tamamen zıt iki yolu var. Birincisi, uluslararası bir marka olmak için ülkeyi geri plana atmak. Örneğin, Diesel’in İtalya merkezli olduğunu kaç kişi biliyor? Çoğunluk bunun bir Amerikan markası olduğunu düşünüyor. Global bir marka her yerde yerleşik olabilir.
YEREL DEĞERLERİ ÖNE ÇIKARMAK Buna zıt olan diğer strateji ise tamamen yerel olmak. Çin’in lüks markalarından Shanghai Tang’ı ele alalım. İpek, gizem, egzotizm gibi eski Çin’in romantik kodlarını kullanıyor. Fransız Zaza of Marseille de benzer bir strateji uyguluyor. Türk markaları da yerel değerleri öne çıkararak globalleşebilir.

“MODA MARKALARIN ÇİN STRATEJİSİ FARKLI” 
Çin hazırgiyimde dünya çapında önemli bir tedarikçi. Bu ülkenin yükselişi Avrupa’da sektörü nasıl etkiliyor? Moda markaların Çin stratejisi nasıl?
“MODA MARKALAR” OLUMLU ETKİLENDİ 2005’in başında tekstildeki ticari kısıtlamaların kaldırılması, Avrupa’yı ciddi şekilde etkiledi. Zaten dünyanın en büyük hazır giyim ihracatçısı olan Çin, pazarı ucuz giyim ürünlerine boğdu. Bu, Avrupalı konfeksiyon üreticileri için kötü haber fakat bu ürünleri pazarlayanlar için aynı şey söz konusu değil.
“MADE IN CHINA”DAN KAÇIYORLAR Her şeyin ucuzlaması sayesinde moda markaların kâr marjlarının daha da arttığını düşünüyorum. Böylelikle Çin’den gelen ucuz hammaddeyle yaptıkları tişörtleri daha ucuza maledebiliyorlar. Moda markaların kendi yerel pazarlarında daha fazla giysi üretmeye başlamaları dikkatimi çekti. Bunun nedeni, züppe, lüks düşkünü tüketicilerin Fransa’da, İtalya’da, İngiltere’de üretilen ürünleri tercih etmesi.
ÇİNLİ ZENGİNLERİ HEDEFLİYORLAR Çin, kaliteyle değil ucuzlukla özdeşleşmiş durumda. Bu nedenle lüks markalar, Çin’i bir kaynak olarak görmüyor. Ancak, bu markalar Çin’i geleceğin kâr kaynaklarından biri olarak görüyor. Yeni kuşak zengin Çinli tüketicileri hedefleyen mağazalar açıyorlar.

Kaynak:http://www.capital.com.tr/moda-marka-nasil-yaratilir-haberler/18483.aspx

Dacia'nın yeni reklam yüzü kim?

Dacia, yeni reklam filmiyle ekranlarda yerini aldı. Reklam filmi serisinde, pek çok özelliği bir arada sunan ve uygun fiyatıyla dikkat çeken Dacia modellerini, Yalan Dünya dizisinin sivri dilli karakteri Nurhayat’ı canlandıran Gupse Özay tanıtıyor.

Hava atmayı seven ve pahalı olmayan hiçbir şeyi satın almayan Nurhayat, bu kampanyada her ne kadar uygun fiyatını beğenmese, her seferinde düşük bulduğu fiyatı hakkında söylense de bir Dacia almadan edemiyor. Nurhayat, bütün ihtiyaçlarını karşılayan Dacia Duster’ı çok beğenmesine rağmen otomobili satın aldıktan sonra bile onun uygun fiyatını eleştirmekten geri durmuyor. Nurhayat’ın içine düştüğü bu ikilemden doğan eğlenceli hikâyeler ekrana yansırken, Dacia da bugüne kadar sergilediği gereksiz ve pahalı gösteriş karşısındaki duruşundan ödün vermiyor.


Reklam filmi künyesi

Reklamveren: Dacia
Reklamveren Yetkilisi: Özlem Ünlü, Pınar Krand
Reklam Ajansı: Publicis Yorum
Kreatif Grup: Cevdet Kızılay, Zafer Külünk, Erkut Terliksiz
Müşteri İlişkileri: Yeşim Uzuner, Sinan Bilsel, Alp Sayınlı, Mine Hatapkapulu
Stratejik Planlama: Selda Sedes,  Zeynep Bortaçina
Medya Planlama ve Satın Alma: OMD
Prodüksiyon: Arzu Köksal, Gamze Bayındır
Kullanılan Mecra: TV, Gazete, Outdoor, Internet, POP
Yönetmen: Yalçın Kılıç
Prodüksiyon Şirket: Soda Film

Kaynak: http://www.halklailiskiler.com/dacianin-yeni-reklam-yuzu-kim.html

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Dünyanın en değerli markası Apple

”BrandZTM En Değerli 100 Küresel Marka” çalışmasına göre Apple, marka değerini yüzde 19 artırarak 182,9 milyar dolara çıkardı ve en değerli marka oldu.

Dünyanın en değerli markası Apple

WPP tarafından sunulan ve Millward Brown Optimor tarafından bu yıl yedincisi hazırlanan, yıllık ”BrandZTM En Değerli 100 Küresel Marka” çalışması sonuçları açıklandı.

Dünyanın En Değerli Marka Araştırması sonuçlarına göre ilk sırada yer alan Apple, yüzde 19 büyüyerek 182,9 milyar dolar değere ulaşırken, IBM Google’ı geçerek 2’inci sıraya yerleşti. Bu yıl sıralamaya ilk kez bir Afrika markası de giriş yaptı.

Çalışma, ekonomik belirsizliğe rağmen dünyanın en büyük markalarının büyümeye devam ettiğini gösterdi. Araştırma sonucu geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Apple dünyanın en değerli küresel markası oldu. Apple yüzde 19 değer artışıyla 182,9 milyar dolarlık değere ulaştı. IBM yüzde 15 büyüme göstererek marka değerini 115,9 milyar dolara çıkarırken, sıralamadaki ikinciliğini IBM’e kaptıran Google ise 107,8 milyar dolarlık marka değeri ile 3’üncü sıraya geriledi.

8 yaşında olan Facebook, halka arzının öncesinde yüzde 74 değer artışı yakalayarak listenin en hızlı değer artışı yapan markası olurken, 33,2 milyar dolar marka değerine sahip olan şirket 35’inci sıradan 19’uncu sıraya yükseldi.

2012 BrandZTM En Değerli 100 Küresel Marka” sıralamasındaki markaların toplam değeri yüzde 66 artarak 2,4 trilyon dolara ulaştı.

Türkiye’den listeye girebilen marka çıkmadı
Millward Brown Türkiye Genel Müdürü Betül Khan ise, ”2012 senesi için ilk kez Türkiye’de de gerçekleştirilen BrandZTM araştırmasında 8 değişik sektörde halka açık Türk markalarının değeri hesaplandı. Türkiye’nin en değerli 25 markasının belirlenmesi için yapılan bu çalışmadan Küresel 100 Marka sıralamasına girebilen marka çıkmadı. En değerli 100’üncü Küresel Marka olan DHL 7,6 milyar dolarla listenin sonunda yer alırken, en değerli 25 Türk markası listesinin başındaki markanın değeri 2,4 milyar dolar olarak hesaplandı” açıklamasında bulundu.

”Sıralamada yer alan ilk 10 markanın 7’si teknoloji ya da iletişim markası” 

Kaynak: http://ekonomi.milliyet.com.tr/dunyanin-en-degerli-markasi-apple/ekonomi/ekonomidetay/22.05.2012/1543596/default.htm

22 Mayıs 2012 Salı

COCA COLA'dan YENİ BİR MARKA : FUSE TEA

Coca-Cola, dünya genelinde 4 kıtada, 20 ülkede aynı anda pazara sunduğu yeni buzlu çay markası FUSE TEA’yi tanıttı. Coca-Cola’nın içecek pazarındaki uzmanlığını, son on yılda hacmi 12 kat büyüyen buzlu çay pazarına taşıdığı FUSE TEA ile hedef, pazarın önemli oyuncularından biri olmak. FUSE TEA’nin dünya çapında bir milyar dolarlık bir marka olmasını hedefleyen Coca-Cola, böylelikle değeri milyar doları geçen 16 markasına bir yenisini ekleyecek. Coca-Cola, tüm dünyada buzlu çay kategorisine son 10 yılda yaptığı yatırımın eş değerini 2012 yılında yapacak. Coca-Cola, FUSE TEA ile Türkiye’de alkolsüz içecek pazarında ilk iki sırayı paylaşan Coca-Cola ve Fanta markalarına, bir yeni lider marka ekleyerek buzlu çay pazarının büyümesine katkı sağlayan ana oyunculardan biri olmayı hedefliyor. 



Coca-Cola Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya Bölümü Başkanı Galya Frayman Molinas “Piyasaya sunduğumuz yeni ürünler ve tatlar sayesinde hızlı tüketim ürünleri olarak tanımlayabileceğimiz sektörün büyümesinde aktif rol oynuyoruz. 2009 yılından beri büyümemizin yaklaşık yarısı piyasaya sunduğumuz yeni ürünlerden geldi. Ülke olarak bunun meyvelerini uluslararası alanda da net olarak alabiliyoruz. Coca-Cola sistemi içerisinde en iyi uygulamalar ve projelerle Türkiye olarak adımızdan söz ettiriyoruz. Bu durum rakamlara da net olarak yansımış durumda. Türkiye olarak, Coca-Cola’nın faaliyette bulunduğu 206 ülke içerisinde 9. sırada, büyümeye katkıda ise 5. sıradayız. İş hacmimiz 1994 yılından bu yana 7 kat büyüdü. Hızlı tüketim ürünleri sektöründe en hızlı büyüyen şirketlerden biriyiz. 2011 yılında çift haneli büyüdük” dedi. FUSE TEA lansmanında buzlu çay pazarı ile ilgili bilgi veren Coca-Cola Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya Bölümü Pazarlama Direktörü Beyza Ergen “Buzlu çay son yılların en dikkat çekici ürün kategorilerinden biri. Türkiye’de son on yılda hacmi 12 kat büyüyerek, 1.5 milyon kasadan yaklaşık 19 milyon kasaya, değeri ise 30 milyon TL’den yaklaşık 385 milyon TL’ye ulaştı. Dünyada ise toplam kategori büyüklüğü yaklaşık 41.5 milyar dolar. 2020 yılına dek alkolsüz içeceklerde en hızlı gelişecek kategorinin buzlu çay olması bekleniyor. Çay, halen alkolsüz içeceklerin dörtte birini oluşturuyor ve bunun yalnızca %2’si buzlu çaydan geliyor. Dolayısıyla potansiyeli çok büyük bir kategoriden söz ediyoruz” şeklinde konuştu.  

İddialı ve kendine has formülüyle tüketicilerin beğenisine sunulan FUSE TEA’nin şeftalili, limonlu, mango & ananaslı ve karpuzlu dört farklı tadı iki farklı ambalajda sunuluyor. FUSE TEA ile ilgili bilgi veren Coca-Cola Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya Bölümü Pazarlama Direktörü Beyza Ergen “FUSE TEA hem değişik tatları hem de farklı paketi ile pazarda daha önce sunulmamış bir ürün olma özelliği gösteriyor. Örneğin FUSE TEA’nin karpuz varyantı pazarda bir ilk. Bugüne kadar tüketicilerimize sunulmamış bir tat. Çok yakında yine pazara daha önce hiç sunulmamış 250 ml’lik cam şişe seçeneğini de sunacağız.” dedi. Tanıtım toplantısında FUSE TEA’nin hikayesinden de bahseden Beyza Ergen “FUSE TEA olarak marka konumlandırmamızı oluştururken farklı şeylerin birleşmesi, kaynaşması anlamına gelen füzyon kelimesinden ilham aldık. FUSE TEA markasının adına da ilham veren ve markanın DNA’sını tanımlayan bu kelime buzlu çay kategorisinde yaptığımızı işi tam olarak ifade ediyor diyebilirim. Çünkü FUSE TEA, çay ve meyve aromalarının birleşmesinden ortaya çıkan tam anlamıyla füzyon bir ürün” dedi. Ergen sözlerini, gerçekleştirilecek aktivitelerle FUSE TEA’nin 21 milyon tüketiciye ulaşmasını, 6.5 milyon tüketicinin de FUSE TEA’yi tatmasını hedeflediklerini söyleyerek bitirdi.
Sevgiler,
Çağla

Kaynaklar:
http://www.haberler.com/cola-dan-yeni-bir-buzlu-cay-markasi-fuse-tea-3644876-haberi/
http://www.marketingturkiye.com.tr/index.php/guencel-haberler/4584-coca-coladan-yeni-bir-marka

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Hermes & Leica – It is sharing and caring…

Moda dünyasının teknolojiye stil kazandırma girişimleri devam ediyor. Bu kez Hermés-Leica işbirliğinden bir arzu nesnesi doğdu.

İki efsanevi markanın birleşmesinden çıkan sonuç M9-P "Edition Hermès – Série Limitée Jean-Louis Dumas” ve "Edition Hermés" adında iki farklı kamera. 


Gelelim yeni Leica'ların bize neler sunduğuna: Her iki kameranın da gövdesi gümüş-krom kaplama ve Hermés'in Leica M9-P için özel ürettiği dana derisi  yüzeye ve deri askıya sahip. M9-P için diğer Leica modellerinden farklı olarak otomotiv tasarımcısı Walter de'Silva ile de ortak bir çalışma yapmışlar. Kısacası kameraların sahip olduğu estetik detaylardan Silva sorumlu.
Sabit gümüş eloksallı Summilux-M 50 mm lens ile birlikte mayıs ayında 18 bin pound'dan (52 bin TL) satışa çıkan Leica Edition Hermés'e dünyada sadece 300 kişi sahip olabilecek. Edition Hermès – Série Limitée Jean-Louis Dumas ise Hermés'in Mayıs 2010'da hayatını kaydeden eski CEO'su Jean Louis Dumas'a atfen üretilmiş bir kit diyebiliriz. Haziran 2012'de 36 bin pound (104 bin TL) gibi ciddi bir fiyat etiketiyle satışa çıkacak kamera üç farklı lens ile birlikte geliyor: Summicron-M 28 mm, Noctilux-M 50 mm ve APO-Summicron-M 90 mm. Sadece 100 adet üretilen M9-P'nin Jean Louis Dumas versiyonu için Hermés tamamen el işçiliği bir de deri çanta tasarlamış. Ayrıca hayatı boyunca sıkı bir Leica kullanıcısı olan Dumas'nın çektiği 200 siyah beyaz fotoğraftan oluşan bir kitap da aynı pakette koleksiyonerlerin beğenisine sunulacak. Kameraların ve diğer aksesuarların yapım sürecini anlatan tanıtım filmi de iç geçirmek için yeterli bir sebep.

Farz edelim küçük ayrıntıları önemseyen kendi branşlarında en iyi olan 2 firma bir fikir için ustalıklarını ve bilgilerini paylaşsınlar. İşte bu küçük harika şeyi tasarlayarak Hermes ve Leica yaptı. Bunun sadece kamera kalitesi ve kutusunun deri olması değil, aksesuarlarının ve kutusu ve aksesuarları da bakmak için çok güzel. Bu sınırlı sayıdaki parçayı üretmek ne kadar vakit almış görmek için videoyu izleyin.

What if two top brands both the best in their branch get an idea to share their knowledge and craftsmanship caring about the little details. That is what Hermes and Leica did, creating this beautiful wanna have piece. It is not only the quality of the camera and the leather but the bag, box and accessories are all beautiful to look at. Watch their video and see what it takes to produce this limited piece.

 Sevgiler,
Çağla


 

9 Mayıs 2012 Çarşamba

"Çılgın Kuaför Ahmet" Üzerinden Sosyal Medyada Marka Yönetimi


 Küçük işletmelerin sosyal medyada yer almasının gerekliliği veya bu yeni sayılabilecek bakir mecrada izlemesi gereken yöntemler üzerine sıkça yazılıp çiziliyor. Markalar günümüzün uzman(!) dijital pazarlama ajanslarına sosyal medyadaki itibarını yönetmesi için büyük bütçeler sunarken, küçük işletmeler halen konuyu anlamakla meşguller. 

Eğer Türk internet kültürünün önemli bir parçası olan sözlükleri takip ediyorsanız, Adanalı kuaför Ahmet Ocak’tan da haberdar olmuşsunuzdur. Geçtiğimiz haftadan bu yana sözlüklerde nam-ı diğer Çılgın Kuaför Ahmet’ten bahsediliyor. 20 yaşındaki Ahmet Ocak, Adana’da abisiyle birlikte çok sevdiği mesleği kuaförlüğü icra ediyor. Çılgın Kuaför Ahmet’in bu lakabı almasındaki neden, müşterileri için tasarlayıp uyguladığı fantastik saç modelleri. Başta sözlükçüler tarafından müşteri kitlesi ve uyguladığı saç kesimiyle “Apaçi Fabrikası” olmakla eleştirilen Kuaför Ahmet, aslında tam bir profesyonel. 

Çılgın Kuaför Ahmet’ten bahsetmemin nedeni ise, bu genç profesyonelin işine duyduğu saygının yanı sıra sosyal medyayı kullanmadaki başarısı. Facebook sayfasından müşterilerine seslenen Ahmet’in şu an itibarıyla 1665 takipçisi bulunuyor. Siteyi bizzat kendisi yöneten Ahmet, muhtemelen kuaför salonunun bir logosu olmaması nedeniyle Facebook’taki profil fotoğrafı ve cover bölümüne gururla poz verdiği iki fotoğraf ile ziyaretçileri karşılıyor. Gayet samimi. 


 “Hakkında” ve “Şirkete Genel Bakış” bölümlerinde ise oldukça şeffaf ve samimi dille yazılmış açıklayıcı bilgiler bulunuyor. Ahmet’in cep telefonu numarası, kuaför salonunun adresi ve Ahmet’in biyografisi ile birlikte şirketin sloganı bile belirtilmiş: “HEDEFİ İSE EN İYİLERLE HER ZAMAN İLERİ ( İŞİMİZE GÜVENİYORUZ )” 

Çılgın Kuaför Ahmet işindeki başarısını kendi eseri saç kesimlerini fotoğraflayıp Facebook’ta paylaşarak potansiyel müşterilerine kanıtlıyor. 800’den fazla fotoğrafın bulunduğu bu bölümde Ahmet’in yaptığı saç kesimlerini, fön modellerini ve yarattığı değişimin kanıtı olan “Önce / Sonra” hallerini görebiliyorsunuz. Facebook sayfasından belirttiğine göre müşteri patlaması yaşayan Çılgın Kuaför Ahmet, ne yaptığının da farkında. Sürekli yeni içerik paylaşıyor ve gelen yorumları da cevapsız bırakmıyor ve bunu imla kurallarına dikkat etmese de saygılı bir üslupla yapıyor. Üstelik paylaştığı içerikler kedi veya bebek videoları değil. Ayrıca hedef kitlesini de iyi tanıyor. Facebook sayfasında normal saç kesimleri 1 ya da 2 beğeni alırken, abartılı fönlü kesimlerin 15-20 civarında beğeni ve yorum aldığını ifade etmiş. 


Her şeyden önemlisi Çılgın Kuaför Ahmet işini severek ve eğlenerek yapıyor. Çılgın Kuaför Ahmet’in sözlüklerde meşhur olmasının ardından yaşanan yoğunluk sebebiyle geçici bir süre hizmet veremese de bir de internet sitesi bulunuyor. Tahmin edebileceğiniz gibi internet sitesi profesyonel bir şekilde tasarlanmamış. Ancak Ahmet Facebook’tan takip edenler için sitesinin güncelleneceğini ve sürpriz resimler ekleneceği müjdesini veriyor. 


Başarılı bir sosyal medya yönetiminin doğruları; hedef kitleyi dinlemek, katılımcı olmak, takipçilerine karşı şeffaf ve saygılı olmak, son olarak ise gerçekten bu işi yaparken eğlenmektir. Küçük işletmeler sosyal medyada başarılı olmak için çıkış noktasını bu beş unsurda bulabilir. Tıpkı Çılgın Kuaför Ahmet gibi. 

Kaynak: http://sosyalmedya.co/cilgin-kuafor-ahmet/

8 Mayıs 2012 Salı

Marka İletişiminde Mizahın Kullanımı

Bugünlerde son dokunduğum konu "Marka İletişiminde Mizahın Kullanımı" 

Buyrun :)

Mizah Nedir?
Gülme, insana dair belirleyici niteliklerden biri olarak geçmişten günümüze oldukça ilgi çeken bir konu olmuştur. Bireylerin gülmeyi ne kadar önemli bir davranış olarak algıladığını, bir Mısır inanışı çok iyi açıklamaktadır. M.Ö. üçüncü yüzyılda yazılmış simya konusundaki bir Mısır papirüsüne göre, dünya tanrının attığı bir kahkaha ile oluşmuştur.

Mizah Ve Kültür İlişkisi 
Mizah, kültürle iç içe geçmiş bir kavramdır. İnsan davranışının temel belirleyicilerinden biri olan kültürün bu niteliği, kendini gülme davranışının oluşumunda da göstermektedir. Bazı kültürlerde gülünç olarak algılanan durumlar diğerlerinde aynı etkiye sahip olmayabilmektedir. Çünkü kişilerin eğlendirici ya da güldürücü olarak algıladıkları durumlar, farklı kültürlere göre değişebilmektedir.

Mizahın İkna Sürecine Etkisi 
Mizahın ikna sürecine olan katkısı, kendini çeşitli noktalarda göstermektedir. Öncelikle iknada mizahın kullanımı, ikna edilmek istenen taraf olan hedefin, konuya dikkatinin çekilmesini kolaylaştırmaktadır. Mizah, yapısı gereği sıra dışı, olağandan farklı olma gibi niteliklere sahiptir. Bu nedenle de mizahi durumların fark edilmesi daha rahat olmaktadır.

Geçmişten Günümüze Mizah 
Mizahın kitle iletişiminde kullanımı geçmişten günümüze değin oldukça yaygın olarak gerçekleştirilmektedir. Sinema filmlerinde, tiyatro oyunlarında, yazılı ve sözlü edebi ürünlerde, karikatürlerde, çeşitli diziler, yarışmalar gibi televizyon programlarında ve daha birçok iletişim ortamında mizahtan çeşitli yoğunluklarda yararlanılmaktadır. Kuskusuz bu durum reklamlar için de geçerlidir. Yapılan bir araştırmaya göre prime time televizyon reklamlarının ABD’de % 24,4 ; İngiltere’de ise % 35,5’i mizahi içerik taşımaktadır.

Mizah Kullanımının Riski
Reklamlarda mizahın kullanımı yaygın olmakla beraber riskli bir uygulamadır. Özellikle hedef kitlenin kullanılan mizahi unsurları yeterince gülünç bulmadığı durumlarda reklamın etkinliği oldukça zayıflamakta, reklamı yapılan markanın imajı bundan zarar görebilmektedir.

Reklamda mizahın kullanımının reklamın dikkat çekiciliğini artırmasına rağmen, reklam mesajının anlaşılmasına olan etkisi değişebilmektedir. Reklamda mizahın kullanımı nedeniyle kimi zamanlar mesajın hedef kitle tarafından yeterince kavranamadığı durumlar ortaya çıkabilmektedir.

Mizah Ne Zaman Kullanılmalı
Reklamda mizahın kullanımını, reklam amaçları ile ilişkilendirerek mizahın kısa zamanda yüksek hatırlanma oranı sağlamak istenildiğinde, yerleşik olumsuz imaj yıkılmak istendiğinde veya henüz fark edilmemiş ürüne kişilik yaratılmak istendiğinde kullanılmasının etkili sonuçlara neden olabileceği belirtilmektedir.

Ancak mizahın kullanımı sırasında çok dikkatli olunmalı, herhangi bir şüpheye neden bırakılmamalıdır. Bazı araştırmacılara göre mizah satış mesajını yönelik dikkati dağıtabilmektedir ve yeterlilikten yoksun bir şekilde ya da finans ya da sigorta gibi ciddi hizmetler için kullanıldığında zararlı sonuçlara neden olabilmektedir.

Başarılı Bir Mizah Uygulaması İçin;
1- Mizah ürünün kullanıcılarına yönelik olmamalıdır. Tüketici kendisiyle alay edildiği ya da küçük düşürüldüğü kanısına varmamalıdır. Bu yüzden, seviyeli ve güzel espriler tercih edilmelidir.
2- Mizah markaya yönelik olmalıdır. Marka ön plana çıkartılmalı ve vurgulanmalıdır.
3- Satışı gerçekleştirecek odak noktaları mizahi içerik kapsamında yer almalıdır.

Ayrıca reklamda mizahın kullanılmasının, reklam mesajının ağızdan ağza iletişim yoluyla yayılmasını da kolaylaştırdığı yönünde görüşler bulunmaktadır. Genel olarak insanlar mizahi içeriği paylaşma eğilimindedirler.


Ve şimdi deee Türkiye'den ve Dünya'dan Güzel Örnekler Sizlerle ; 

Wolkswagen’in Otomatik Park Özelliği Reklamı 

Sizce de biraz cinsiyet ayrımı kokmuyor mu :)))



Geniş Açı Lens Üreticisi OMAX'ın Reklamları 

Adeta açınızı iyi kullanın diyor :)))




Çoklu Yüz Tanıma Özelliği : Nikon'un Reklamları

Bir şey yaparken arkanızdaki gözlere dikkat edin  :)))


Rowenta Reklamı

Ördek En Kolay Nasıl Avlanır :)


Canon Reklamı

Kameralarımız çitadan bile hızlıdır :)


Purina Köpek Maması Reklamı

Aman Dikkat !! :)


Komatsu'nun Reklamları

En Güçlü Kim? :)




Sevgiler,
Çağla Akkoyun

1 Mayıs 2012 Salı

İşte Markaların Aile Ağacı

Bildiğiniz gibi markalama stratejileri firmalar tarafından farklı amaçlar doğrultusunda kullanılmaktadır. Yeni ürün geliştirmenin artan maliyetini karşılamak, yeni ürünün olası başarısızlıkları ile başa çıkabilmek, büyük reklam maliyeti, pazara giren çok sayıda marka, perakendecilerin artan gücü ve tüketici ile duygusal ilişki kurmak için bütünleşik iletişim tekniklerinin varlığı firmaları markalama için strateji benimsemeye yöneltmektedir. 

Bir marka stratejisi; markanın devam ettirilebilir rekabet avantajı elde etmesini, hedef tüketiciyi tanımlamasını ve tüketicinin markadan sağlayacağı yararları sunmasını sağladığından stratejiler arasında doğru seçim yapılması çok önemlidir. 

Yeni bir ürün grubu oluşturulup satışa sunulurken, bazı markaların aynı marka adını kullandığını gözlemleriz. Örneğin beyaz et sektörünün öncü isimlerinden Banvit'in , kırmızı et pazarına girerken "Banvit Kırmızı" adını kullanması gibi. Şayet ürün başarılı olur ve tutulursa marka bugüne kadar sağladığı güveni ve oluşturduğu marka imajını kullanarak hiçbir reklam, pr vs. gibi yeni marka oluşturma yatırımına maruz kalmadan direk kara geçmeye başlayacaktır. 

Bu maliyetten fayda sağlayan bir yöntem olsa da, yapılan araştırmalar yeni bir ürün grubunun her zaman markanın var olan imajını zedelediğini ortaya koymaktadır. Olayın bir başka yanı da marka tutmadığında ya da bir şekilde zedelendiğinde ana markanın da zarar görmesidir ki bu telafisi çok zor bir durumdur. Bu nedenle çoğu büyük marka alt markalarının kendisine ait olduğunu ve yahut kardeş olduklarını saklar ki birine birşey olduğunda diğeri zarar görmesin. 

Burdan çıkarım yapıldığında maliyetine katlanarak farklı ürün grupları ve hatta farklı hedef kitleler için birbirinden bağımsız markalar oluşturulması gerektiği görülmektedir. 

Şimdi sıra marka genişlemesini, ürün grubundan ayrı marka adı stratejisi kullanarak aynı zamanda çoklu markalama da yapan dünya devlerinde. Bakın bakalım hangi marka hangisinin kardeşiymiş :))

Keyifli okumalar 
Çağla Akkoyun,